Hiç şüphesiz
hepiniz bu başlığı gördüğünüz zaman aklınıza direkt dünya edebiyatının en usta
isimlerinden olan Tolstoy’un “İnsan Ne İle Yaşar” kitabı geliyordur. Yine
eminim ki hepiniz bu eseri üniversite yıllarında veya lise dönemlerinizin son
senelerinde okumuşsunuzdur. Ben de bu yazımda dünya klasiklerinin en ince ama
en etkileyici eserlerinden biri olan bu kitap hakkında yazacağım. Korkmayın,
niyetim bu eserin özetini çıkarmak ya da betimlemeleri üzerinden Tolstoy’u
eleştirmek değil. Ben bu yazımda daha
çok bu kitap üzerinden belli başlı değerlendirmeler yaparak Tolstoy’un bu kitap
üzerinden tüm zamanlara verdiği mesajı ifade etmeye çalışacağım. Başlangıçta
Tolstoy hakkında genel birkaç bilgi verip daha sonra belki kitabı unutmuş
olabilirsiniz diye kitap ile ilgili bazı hatırlatmalar yapacağım. Sonrasında
kitabın ana fikri üzerinden hareketle Tolstoy’un bize verdiği mesajı anlatmaya
çalışacağım. Yazıdaki amacım bir hikaye üzerinden yaşadığımız anı yani bugünü
sorgulamak ve bugün yaşadığımız yerde biz nasıl bir hayat yaşıyoruz, insan
olmanın gerekliliğini yerine getiriyor muyuz sorularına bu hikaye üzerinden
cevap vermek.
Bir yazarın
gördüklerini, analizlerini, tespitlerini anlatmasının en iyi yöntemi hikaye ve
roman yazmasıdır. Yazdıkları ile yaşadığı toplumun bugününü, geleceğini,
insanlarını, ailelerini, kurumlarını vb. gibi şeylerini eserlerinde ifade
ederler. Bundan dolayı bir hikayeyi veya romanı anlayabilmek için ilk başta
yazarını tanımamız gerekir.
Lev Tolstoy,
zengin bir ailenin çocuğu olarak Rusya’da dünyaya geldi. Fakat küçük yaşta önce
annesini daha sonra babasını kaybetti ve akrabaları ile birlikte büyüdü.
Çocukluğundan itibaren çok fazla okuyan ve araştıran Tolstoy genç yaşta
Fransızca öğrendi. Bununla beraber gençlik yıllarında çok fazla Voltaire ve
J.J.Rousse okudu ve fikir dünyasının gelişmesinde bu iki büyük isim Tolstoy’a
çok fazla etki etti. Ayrıca Tolstoy Rus
ordusuna da katıldı ve Kafkasya’ya gitti. Kafkasya’da köylü insanların
yoksulluk içindeki yaşamlarından çok fazla etkilendi. 1854 yılında Kırım
Savaşı’na subay olarak katılan Tolstoy orada da köylü insanların yaşamlarına
dair pek çok gözlemde bulunmuştu. Savaşın ardından ordudan ayrılan Lev Tolstoy,
34 yaşında evlendi ve bu evliliğinden 13 çocuğu oldu fakat çocuklarının 3
tanesini henüz bebekken, 1 tanesini 5 bir tanesini ise 7 yaşındayken kaybetti.
Yaşadığı tüm tecrübeler ve fikir dünyasından dolayı Tolstoy Rus köylüsünün
yoksul, perişan durumu dolayısıyla kendini çok fazla üzüyordu. Bundan dolayı
Tolstoy tüm varlığını köylülere bağışladı ve kendisi de köylülerin yaşadığı
gibi yoksul ve sıkıntılı bir yaşam sürmeye başladı. Aldığı elbise yırtılsa da
kendisi dikiyor yenisini almıyor, belirli oranda harcama yapabiliyordu ama tüm
bu süreçte asla yazmaktan vazgeçmiyordu ve dünya üzerindeki herkesin tanıdığı
yazarlardan biri olarak tarihe geçti.
Lev Tolstoy’un hayatından verdiğimiz bazı kesitler onun romanlarındaki
konuları, fikir dünyasını çok fazla etkilemiş durumlardır. İnsan Ne İle Yaşar
kitabında da hatırlayacak olursanız yukarıda anlattığım bazı durumlara benzer
örnekler bulabilirsiniz.
Tüm
yazdıklarında yaşamından bir parça olan Tolstoy’un en güzel eserlerinden biri
olan İnsan Ne İle Yaşar, 125 sayfalık ve
içerisinde 4 farklı hikayeyi barındıran bir kitaptır. Yani kitapta İnsan Ne ile
Yaşar, Üç Soru, İnsana Ne Kadar Toprak Lazım ve Tek Bir Kıvılcım Tüm Evi Kül
Eder olmak üzere birbirinden farklı 4 hikaye vardır ve kitap ismini ilk
hikayeden alır. Ben de bu yazımda diğer
üç hikayeye değinmeden İnsan Ne İle Yaşar üzerinden anafikiri ortaya
koyacağım.
Bildiğiniz gibi kitabın ana karakteri Simon, fakir bir ayakkabıcıdır. Geçimini kendi diktiği ayakkabıları satarak sağlar. Fakat küçük bir kasabada bu işi yaptığı için hem çok fazla satış yapamaz hem de fakir bir kasaba olduğu için genellikle kimse parasını veremez. Kasabadaki diğer esnaflar veresiyeye müsaade etmezken Simon iyiliksever bir insan olduğu için bu duruma göz yumar ve insanların ayakkabısız kalmasını istemez.
Hatırlayacak olursanız diğer bir karakterimiz ise Simon’un eşi Martyona’dır. Özünde o da çok iyi kalpli ve yardımsever bir insandır fakat yaşadığı zor ve fakir hayattan dolayı eşine durumdan çok fazla şikayet etmektedir. Tabi şikayet etse de tek bir paltoyu sırayla giyerek tüm bir kışı bu şekilde geçirecek kadar fedakarlardır. Diğer bir karakterimiz ise Allah tarafından cezalandırılıp dünyaya gönderilen Micheal. Hikayenin olay kurgusu ise; Simon’nun kışlık mont almak için dışarı çıkması ve mont almaya parası yetmeyince tekrar eve dönerken de bir türbenin önünde kıyafetsiz bir şekilde yerde oturan Micheal’ı görünce başlar. İlk başta bir yan kesici olabilceğini düşünüp yoluna devam eder fakat bu durumu kabullenemez ve “Sanki yankesicinin çalacağı kadar param mı var” diyip Micheal’a yardım etmek için geri döner ve böylelikle hikayemiz başlar. Ve Simon, Micheal’a yardım etmek için onu alıp eve götürür fakat Micheal’ın Allah tarafından cezalandırılıp dünyaya gönderilmiş bir melek olduğundan habersizdir. Simon’un eve Micheal ile geldiğini göre Martyona ise şok olur ve evde zor geçinecekken Micheal’a nasıl bakacaklarını düşünür. Fakat yukarıda da söylediğim gibi Martyona bunu düşünse de iyi kalpli biridir ve ekmeğini Micheal ile paylaşır. Daha sonra Simon, Micheal’ı yanında işe başlatır ve mesleği öğretir böylelikle Micheal çok iyi bir ayakkabı ustası olur ve namı tüm kasabaya yayılır hatta kasabayı dahil aşar. Birlikte bir yılı geçiren bu iki kahramanımız tüm işleri birlikte yapmaya başlar. Ve bir gün bir zengin çıkagelir ve bir ayakkabı siparişi verir. Fakat Micheal bu adama ayakkabı yapmak yerine terlik yapar fakat Simon bu meseleyi hiç anlamamıştır. Ve bir gün siparişi veren adamın yardımcısı dükkana gelir adamın öldüğünü ayakkabıya gerek kalmadığa hafif bir terlik ihtiyaçları olduğunu söyler. Zaten Micheal bu durumu anladığı için ayakkabı yerine terlik yapmıştır. Simon bu duruma çok şaşırmıştır fakat hiçbir şekilde anlamlandıramamıştır. Simon bu durumu Micheal ile altı yıl sonra yaşadığı bir olay sonrası anlamlandırır. Bu olay ise dükkanlarına 3 çocuk için ayakkabı yaptırmaya gelen kadın ile yaşanır. Micheal zamanında bu üç çocuğun annesinin canını alması için görevlendirilmiş fakat yapamadan geri gelmiş ve bundan sonra Allah tarafından cezalandırılıp üç sorunun cevabını bulması için dünyaya gönderilmiştir. (Hatırlarsanız, çocukların annesi ve babası öldürülüyor dükkana gelen kadın çocukaların öz annnesi değil onlara bakan kadın) İşte Simon da bunu dükkana 3 çocukla beraber gelen kadından sonra Micheal’ın anlatması ile öğrenmiştir. Yazımın başında söylemiştim bu yazıdaki amacım kitap özeti yapmak değil bundan dolayı kitapla ilgili bazı yerlerin hatırlanması için hikaye ile ilgili bazı durumları yeniden anlattım. Şimdi gelelim yazımızın asıl kısmına. Micheal’ın cevabını bulması gereken üç soru neydi, bunların cevapları nelerdi ve Tolstoy bize bu sorular ve cevaplar ile nasıl bir mesaj vermek istiyordu?
Toltsoy’un
kurguladığı bu hikaye üzerinden sorduğu ilk soru “İnsan içinde ne barındırır?”.
Sorunun cevabını ise “Merhamet” olarak veriyor Tolstoy. Tolstoy’un hayatından
bahsederken hatırlarsanız ordudaki hayatında ve ordu sonrası hayatında hep
çevresindeki köylü insanların zor durumlarını, yoksulluklarını düşündüğünü ve
onlar için üzüldüğünü söylemiştik. Çünkü Tolstoy içinde merhamet barındırıyordu.
Ve biliyordu ki merhamet görenin de göstrenin de kalbini ısıtır. Tolstoy ise
tüm hayatında kalbini ısıtmak istiyordu.
Bu
hikayedeki ikinci soru ise “İnsana neyin verilmediği”dir . Sorunun cevabı ise
insana kendi ihtiyaçlarının bilgisinin verilmediğidir. Tolstoy yine kendi
hayatından yola çıkıp hem soruyu sormuş hem de cevabı vermiş. Öyle ki
hatırlarsanız Tolstoy tüm varlığını yaşadığı yerdeki köylülere dağıtıyor ve
onlar gibi hayat yaşyor. İlk soru ile birlikte bu soruyu düşündüğümüzde Tolstoy
ilk başta köylülerin durumunu görüp onlara merhamet etmişti ikinci soruda ise
ihtiyacının çok ötesinde yaşadığını farkedip merhamaet ettiği köylülere tüm
varlığını dağıtmıştı, yani kalbindeki duygularını yaşamına dökmüştü . Aynı
Albert Camus’un “Merhamet faydasız olunca insan ondan bıkar usanır.” dediği
gibi Tolstoy merhametinden bıkıp usanmamak için bunu yapmıştı. Peki biz bu
soruya sadece Tolstoy’un sorusu ve cevaba da sadece Tolstoy’un cevabı olarak mı
bakmalıyız? Bence hiç süphe yok ki Tolstoy sadece kendisi için değil de tüm
insanlık için bu soruyu sormuş ve cevaplamıştır. Sizce öyle değil mi ? Bugün
yaşadığımız dünyaya baktığımızda insanların ihtiyaç kavramına verdikleri
anlamlara bir bakalım. Rahatlıkla şunu göreceğiz ki ihtiyaca verilen anlam
kendinden daha kötüsüne bakmak yerine daha iyisine bakıp çok daha fazlasını
isteme üzere tanımlı. Ve yine dikkat ederseniz insanlar tanımladıkları bu
ihtiyaç kavramının hiçbir zaman karşılayamamışlar ve bu durum onları hep mutsuz
etmiştir. Burdan hareketle Tolstoy gibi
tüm varlığımızı insanalara dağıtalım demiyorum ama ihtiyaç kavramına verdiğimiz
anlamı her birimizin ayrı ayrı düşünmesi gerektiğine inanıyorum. Haklı olarak
yazdıklarımdan hareketle şunu sorabilirsiniz; insanlar mutlu olmak için
tanımladıkları ihtiyaç kavramını yeniden tanımlarlarsa daha azıyla nasıl mutlu
olacaklar? Bence bu soruyu sizden önce Tolstoy soruyor ve cevaplıyor.
Hikayedeki
üçüncü soru: “İnsan ne ile yaşar? “ sorunun cevabı ise en az soru kadar harika
“sevgi”.
Şimdi üçüncü
sorumuz ve cevabımızla diğer iki soruyu ve cevabı birleştirirsek, Tolstoy ilk
başta çevresindeki köylülerin
yaşamlarını görüp onlara merhamet etmişti daha sonra, ihtiyaçlarını tanımlamış
ve fazla olan tüm varlıklarını dağıtmıştı. Peki geriye yaşaması için ne
kalmıştı? Tolsoy’un yaşaması için geriye kalan yaşama, insana, merhamete ve en
önemlisi yazmaya olan sevgisi kalmıştır. Artık Tolstoy yaşarsa sevgisi ile
yaşardı ve hayatına baktığımızda da öyle olduğunu çok rahatlıkla görürüz. Peki
biz bugün ne ile yaşıyor, niçin yaşıyoruz? Hayatımızın merkezinde ne var?
Bizleri yaşama bağlayan ve bize yaşamak için umut veren şey ne? Bu soruların
herkes için farklı farklı yanıtlar var, ben tek tek bu yanıtları vermeyeceğim
ama şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim ki bu soruların herhangi birine sevgi
cevabını verebilecek insan sayısı çok sınırlı.
Bu üç soru
üzerinden Tolstoy’un tüm insanlığa vermek istediği mesajı yani hikayenin
anafikirini anlatıp yazımızı bitirelim. Tolstoy her şeyden önce bize insan
olmanın ne demek olduğunu ve insanca yaşamanın ne anlama geldiğini anlatıyor.
İnsanın özünü yani içindeki sevgi ve merhamet duygusunu anlatıyor. Yaşadığımız
hayatta herkesin hırslarını, sabırsızlığını, doyumsuzluğunu bir kenara bırakıp
insan olmanın gerekliliklerini yerine getirip dünya hayatında erdemli bir insan
olmak için çabalamamız gerektiğini anlatıyor. Peki biz bunların neresindeyiz?