Zeka sahibi olmak uzun yıllar bilgiyle ölçüldü. Yapılan IQ testleri, testlerin uygulandığı kişilerin ne kadar zeki olduğunu belirlemekte önemli rol oynadı. Ancak IQ bir süredir yalnız değil. Sosyal Zeka ve Duygusal Zeka’yı tüm dünyada popüler hale getiren isimlerden biri olan Daniel Goleman’ın öne sürdüğü bir kavram daha var: Ekolojik zeka…
Aynı isimle hazırladığı kitabı 30 farklı dile çevrilen Goleman, kitabında sürdürülebilirlik kavramının aslında ne olması gerektiğini çarpıcı örneklerle veriyor. Öncelikle bu kapsamda endüstriyel ekoloji ifadesini ön plana çıkaran Goleman’ın 2010’da Optimist Yayınları ve EKOIQ Kitaplığı tarafından Türkçe’ye de kazandırılan kitabındaki endüstriyel ekoloji tarifine bakmakta fayda var: “Endüstriyel ekoloji, kimya, fizik ve mühendisliğin ekolojiyle kesişme noktasında yer alır ve bu alanları insan ürünü şeylerin doğa üzerindeki etkilerini ölçmek üzere bütünleştirir. Bu disiplin, her sanayi sürecinin karbondioksit yayımını ya da fosforun küresel akışını tahmini olarak hesaplamaktan, elektronik etiketlemenin atıkların yeniden kazanımına getirebileceği kolaylığa veya Danimarka’daki fantezi banyo modasının ekolojik sonuçlarına uzanan çok çeşitli konuları ele alır.”
Endüstriyel ekolojinin tarihçesi
Bilinirliği Daniel Goleman’ın kitabıyla artsa da, endüstriyel ekolojinin tarihi 1989’a kadar gidiyor. O tarihte Robert Frosch ve Nicholas Gallopoulos tarafından ortaya atılan bu kavramda referans gösterilen ise Robert Ayres tarafından ilk olarak telaffuz edilen “endüstriyel metabolizma.”
Bu noktada, son birkaç yılda küresel anlamda sayıları artan sürdürülebilirlik odaklı yayınların atalarından biri diyebileceğimiz “Journal of Industrial Ecology” yayınından da bahsetmekte fayda var. 1997’den beri düzenli olarak çıkan yayın, bu alanda çalışma yapan pek çok isim tarafından referans kabul ediliyor.
Bir endüstriyel ekolojist ne yapar?
Kariyer hedefi olarak bu mesleği seçmek isteyenlerin bilmesi gereken ilk kural, bir ürünün asla sadece bir ürün olmadığı. Bir mağazadan giysi veya bir marketten reçel de alsanız, ya da bir mimari projede kullanılan dekorasyon malzemesini de seçseniz o ürünün üretim ve tedarik süreçleri hakkında yalnızca fikir değil, bilgi sahibi de olmanız gerekiyor. Goleman, bunu kitabında “cam kavanoz” örneğiyle açıklıyor:
“Bir cam kavanoz yapmak, tedarik zincirinin kaynak yönünün herhangi bir yerinde her biri kendi etkilerini oluşturan yüzlerce maddenin kullanımını gerektiriyor. Bu sırada suya yaklaşık 100, toprağa da 50 kadar madde bırakılıyor. Havaya karışan 220 farklı emisyon arasında, örneğin bir cam kavanoz fabrikasında kostik soda, kavanozun sağlığa olası zararlı etkisinin yüzde 3’ünü ve ekosistemlere yönelik tehlikesinin de yüzde 6’sını oluşturuyor…”
Elbette bu örneği her bir ürün için ayrı ayrı değerlendirmek gerekiyor. Cam kavanoz yerine plastik bir kap, bir tahta oyuncak veya bir elektronik devreyi de koyabilirsiniz. Her birinin kullandığı farklı hammaddeler, bu hammaddelerin hangi kaynaklardan tedarik edildiği, üretim sırasında kullanılan enerjinin yenilenebilir olup olmadığı, tedarik zincirinde kullanılan taşıma araçlarının hangi yakıtı tükettiği gibi bilgiler bizi bir endüstriyel ekolojistin bilmesi gereken kavrama götürüyor: Lifecycle Sustainability Assesment, yani Ömür Çevrimi Değerlendirmesi. Bu kavramın uygulamaya geçmiş hali için çeşitli uygulamalar ve projelerin mevcut olduğunu da eklemek gerek. Örneğin Handprinter adı verilen proje, ekolojik ayak izi haricinde bir insanın neden olduğu karbon salımını ölçmeye yarayan el izine dair bilinirliği artırmayı amaçlıyor.
Endüstriyel ekolojistler neden önemli?
Bugün için konuşursak mesleğin yeterince yaygın olmaması akıllarda soru işaretleri uyandırabilir. Ancak Aralık ayında Paris’te gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin Kyoto’da olduğu gibi ülkeleri daha düşük emisyon oranları, daha az karbon salımı gibi konularda yeni yasal düzenlemelere götürecek olması bilinç ve bilinirlik noktasında önemli rol oynayacağını söylemek gerek. Türkiye’nin de imzaladığı ve kamuoyunda Paris Antlaşması olarak kendine yer bulan bu sözleşmenin şartlarını yerine getirmede sürdürülebilirlik ve enerji verimliliği uzmanlarının önemli bir rolü olacak. Anlaşmada yer verilen iklim değişikliğine bağlı sıcaklık artışlarının 1,5 derece ile sınırlandırılması hedefi, orta vadede küresel ekonominin tamamen karbonsuzlaştırılması dönüşümünü de içeriyor. Bu dönüşümde ise Ömür Çevrimi Değerlendirmesi’nin bilincinde olan endüstriyel ekolojistlerin rolü oldukça kritik.
Bir endüstriyel ekolojist ne kadar kazanır?
Bu sorunun yanıtını aramak için ABD merkezli insan kaynakları sitesi Sokanu.com’un verilerine bakmakta fayda var. Bu verilere göre mesleğe yeni giriş yapan bir endüstriyel ekolojist ABD özelinde yıllık 40 bin dolar civarında bir ücretle iş bulabiliyor. Daha deneyimliler için bu tutar 66.000 ile 90.000 dolar arasında değişirken bu alandaki üst seviye yöneticilerin geliri 115 bin dolara kadar çıkabiliyor.
Terfi olanakları ve Türkiye’deki durum
Türkiye için baktığımızda ise henüz üniversitelerde doğrudan endüstriyel ekolojist diploması veren kurum olmadığı görülüyor. Bununla birlikte bilgi ve ilgi alanının genişliği nedeniyle bu alana yönelebilecek çok sayıda yan bölüm mevcut. Çevre mühendisleri en şanslı grup olarak görünürken, endüstri mühendisleri, malzeme bilimciler ve şehir planlamacılarının da bu alana yönelme olanağı mevcut. Diğer yandan Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı’nın (TTGV) Endüstriyel Simbiyoz Projesi ile Yeşil Endüstri Platformu’nun çalışmalarını da takip etmekte fayda var.
Elbette bu ünvanı taşıyan kişilerin de şirketler ya da kamu kurumlarınca istihdam edilmesi gerekiyor. Şu an, aldıkları sertifikayla Enerji Yöneticisi ünvanını alan çok sayıda kişi bulunuyor. Çalışan sayısı belirli bir sayının üzerinde olan şirketler kanunen en az 1 enerji yöneticisi istihdam etmek zorunda.
Orta ve uzun vadede ise daha üst seviyede mevkileri de iş hayatında görebiliriz. Bunlardan biri, doğrudan şirketin CEO’suna bağlı çalışacak, şirketin enerji verimliliği ve sürdürülebilirlik alanındaki politikalara yön verecek CEnO’lar olabilir. Chief Energy Officir olarak da tanımlayabileceğimiz bu kesime duyulan ihtiyaç, Paris Antlaşması’nın gerekliliklerinden ziyade kamuoyundan gelen daha çevre dostu bir dünya talebiyle ortaya çıkacak. Bu mevkinin önemli adayları arasında global şirketlerdeki –kimi CSO – Chief Sustainability Officer ünvanlı – sürdürülebilirlik liderleri bulunuyor. Kim bilir; mezuniyet sonrası enerji yöneticisi ya da endüstriyel ekolojist olma yolunda ilerleyenler daha orta yaşlarına gelmeden bir CEnO ya da CSO olmayı başarabilir.