Nüfus kağıdımızı kaybettiğimizde yenisini çıkartmak için gazeteye kayıp ilanı verirdik. Çalışma hayatımızda bizi ifade eden, farklı kılan, katma değerimizi yaratan motivasyonumuzu kaybettiğimizde ne yapacağız peki?
Kimliksiz yaşayamayacağımız gibi motivasyonsuz da çalışılmaz kabul edersiniz ki. Çalışmanın keyfi ve ruhu kaçar.
Hani kart basıp geçtiğimiz turnikeler vardır ya iş yerine girerken… Çalışma ruhumuzun, şevkimizin de bizi her sabah turnikelerde, kart bastığımız anda bizi terk ettiğini hayal edin, “akşama görüşürüz” der gibi… Ve siz öyle gidersiniz masanıza; ruhunuz aşağıda kalmıştır, gelmemiştir sizinle.
Masanıza geldiğinizde sizi bekleyen işler vardır. Asgari limitte yaparsınız, fazlası için kendinizi zorlamazsınız. Ne gerek var ki? Keyfiniz zaten yok. Fazlasını yapsanız ne değişecek?
Verilen sözler zaten tutulmuyor; inandığınız değerler sarsılıyor; kariyerinizde önünüz tıkanıyor; başarılar zaten takdir edilmiyor, aidiyet duyguları yok oluyor; gelişim fırsatları verilmiyor; bu iş yeteri kadar sizi yansıtmıyor…
Sayfalarca yazabilirim motivasyonun sizi terk etmesine neden olan sebepleri. Aslında mutluluk gibidir; inişli çıkışlıdır. Gitti mi kış mevsimi, geldi mi her yere bahar, yaz gelir. Gitti mi verim taban, geldi mi tüm çıktılar tavan yapar.
Şirketler çalışanlarının motivasyonunu arttırmak için çeşitli etkinlikler düzenler, imkânlar sağlar, bütçeler ayırırlar. Yeter ki çalışanlar iş yerlerinde keyifli, üretken olsunlar. Buna katkı yapmak isterler. İş yapmanın yanı sıra hobilerini, becerilerini iş ortamında da arkadaşları ile biraraya gelerek bir takım havasında icra etsin isterler. Hepsi ne için? Daha motive çalışılsın diye.
Mutluluk üretmekle gelecekse, üretmek için şevk ve istek gerek ise, biz de her gün işe gelecek isek, inanın bize motivasyon lazım.
Peki sahipsek nasıl koruyacağız bu motivasyonu, yok ise nasıl geri getireceğiz?
Şu ana kadar öğrendiklerimi sizlerle paylaşmak isterim.
Endüstriyel psikologlar diyorlar ki motivasyonun anahtarı kişinin kendi elindedir. Yani siz motive olmak istemedikçe hiç kimse veya hiçbir kurum size yardım edemez. Kendini isteklendirmekten esasen sen sorumlusun.
O zaman öncelikle farkında olmakla ve kabul etmekle başlayacağız işe. Kendi kayıp ilânımızı kendimiz vereceğiz, “hükümsüzdür” diyeceğiz.
Gelelim yenisini kazanmaya… Önce neler eksik, neler sorunlu, tespit etmek gerek. Bunların farkında olup kabul edersek ve bir de çözüm için kendimizle barışıksak çözülmeyecek motivasyon problemi yok aslında.
Önemle bilmeliyiz ki çözüm için ilk adımı biz atmalıyız, kimseyi beklemeden. Bunu fark eden varsa, ne âlâ…
Üstümüz, astımız, iş ortaklarımız motivasyonsuz olduğumuzun farkında olamayabilirler. Somurtarak, isteksiz davranarak, az çalışarak, iç organlarımızla grev yaparak mesaj vermeye gerek yok. Bu iş yerinde grev vardır pankartı açar gibi, bu çalışanda motivasyon düşmüştür pankartı açamayız. Problemi tespit ederek, çözüm ortağını ve araçlarını belirlememiz lazım.
Kişiselleştirmeden, onur gurur davası yapmadan, fevri davranmadan, mümkün olan en olgun ve medeni şekilde çözüme oturmak gerekiyor.
Takdir edilmediğimizde yöneticimize gidip yapılan işi anlatıp beklentilerimizi tartışmamız lazım. Belki diyemeyiz “beni takdir et”; ama gösterdiğimiz çabayı ortaya koyarsak en azından mutabakat zemini oluşur ve farkına “vardırtırız”. “İyi bir iş yaptık arkadaş, takdir etsene biz de motive olalım” demiş oluruz. Karşılık olarak da onun beklentilerini daha iyi anlar ve daha etkili bir iletişim kurarız. Onun da işini kolaylaştırmış oluruz.
Bir Çin atasözünün dediği gibi: “Benim çözümüm, senin çözümün ve gerçek çözüm.” İhtiyacımız olan gerçek çözümler doğru zamandaki diyaloglarla başlar.
Yeter ki objektif ve rasyonel bir şekilde motivasyonunuzu arttıracak unsurları tanımlayın ve bunları konuşun. Eğer işimizin içeriği yeteri kadar zengin değilse, istediğiniz işleri yapmıyorsanız, daha fazla veya farklı sorumluluklar almak istiyorsanız bunu yöneticinizle konuşmazsanız kiminle konuşacaksınız? Hem bunları paylaşmak başkalarının da sizi daha iyi tanımalarına imkan verir, iletişim ve bağlarını güçlendirir.
Bir Çin atasözünün dediği gibi: “Benim çözümüm, senin çözümün ve gerçek çözüm.” İhtiyacımız olan gerçek çözümler doğru zamandaki diyaloglarla başlar. Bu diyaloglar çalışılmış, hedefi olan, alacağı vereceği belli olan alışverişlerdir. Her şeyi karşı taraftan beklemeyin. Karşı taraf üst yönetici olsa bile… Alternatifler verin, öneriler sunun, ikna edin. Ellerinizi çekip sadece “onun görevidir” diye sahipsiz bırakmayın; takip edin ve gerçek çözümü ortaklaşa bulun.
Vizyonumuzu, yapmak istediklerimizi, ihtiyaçlarımızı, hırslarımızı, eksiklerimizi, fazlalıklarımızı, sırtınızdaki küfede neler varsa koyun masaya. Korkmayın, kimse sizi cezalandırmaz, ayıplamaz bunları yaptığınız için. İçinizdeki gücü, yeteneği ortaya çıkarmanız gerek sadece.
Terfi edemedik diye değersiz hissetmeyin. Önünüz kapandı diye depresyona girmeyin. Bunlar iş hayatında sıklıkla olan şeyler ve bizim de başımıza gelebilir. Önemli olan var olan fırsatları görebilmek ve bunları avantaja çevirerek odağınızı kaybetmeden yola devam edebilmektir.
X ve Y teorilerine inat, siz prototipleri arkanızda gözü yaşlı bırakıp en canlı, en özgün halinizle motivasyonunuzun peşine düşün. Bu arada enerjinizi, çabalarınızı ve çarelerinizi yanınıza almayı unutmayın.
Davranış bilimleri alanında gidip istediğiniz araştırmayı yapabilirsiniz. Tonlarca araştırma, fikir, öneri ve kuramlar bulabilirsiniz. Ama hiçbiri size motivasyonunuzu nasıl bulacağınızı söylemez. Işık tutar ama çözüm yine size ait olan, özgün olandır. Yani sizin başarı hikâyenizdir.
Benim önerime gelirsek, motivasyon düştüğünde yapmanız gereken ilk iş masanıza, görevinize, sorumluluklarınıza hemen sahip çıkmak ve işinize odaklanmaktır. Etki alanımızın dışında kalan işlere karışmamak, kontrol edemediğimiz şeylerin bizi etkilemesine izin vermemek en doğrusudur.
Neticede eğer her gün işe iş yapmak için geliyorsak, kaliteli işler yaparak başarıyı kovalamak ve bu sayede masamızın ve işimizin değerini arttırmak zorundayız.
Unutmayın, masa her zaman kazanır…