Çevresel sürdürülebilirlik açısından tüm dünya için çok önemli bir kilometre taşı olan Kyoto Protokolü ile ilgili ilk adım 1997 yılında atıldı. İlk adım diyoruz, çünkü 1997 yılında kabul edilmesine rağmen tüm tarafların imza atmasıyla birlikte yürürlüğe girmesi 2005 yılını buldu. Temel olarak taraf ülkelere sera gazı (GHG) emisyonlarının sınırlandırılması ve azaltılması ile ilgili birtakım yükümlülükler getirmektedir. Bu konuda ülkelerden sürdürülebilir politikalar oluşturmasını, önlemler almasını ve periyodik olarak raporlama yapmasını istemektedir. Protokol, Uluslararası Emisyon Ticareti (IET), Temiz Geliştirme Mekanizması (CDM) ve Ortak Uygulama (JI) gibi çeşitli piyasa araçlarıyla emisyon hedeflerine ulaşılmasını öngörmektedir. Her ne kadar 2015 yılından sonra yerini büyük ölçüde Paris Anlaşması’na bıraksa da Kyoto Protokolü küresel ısınma ve iklim değişikliğe ile mücadele kapsamında tüm dünyanın aynı çizgide buluşmasını sağlayan çok önemli adım olmuştur.
Kyoto Protokolü’nün tarihçesini ve gelişim sürecini anlayabilmek için öncelikle 1992 yılında gitmemiz gerekiyor. 3 – 14 Haziran tarihleri arasında Brezilya’nın Rio de Janerio kentinde düzenlenen ve literatürde Dünya Zirvesi (Earth Summit) veya Rio Zirvesi olarak da bilinen Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda (UNCED) çevresel sürdürülebilirlik bağlamında çok önemli gelişmeler oldu. Bunlardan biri de ülkeler için yasal bağlayıcılığı bulunan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) idi. Sözleşme özünde atmosferde sera gazı emisyonlarına beşeri kaynaklı etkileri sınırlamayı amaçlıyordu. Sözleşmeyle ilgili gelişmeleri takip etmek, alınan kararları gözden geçirmek ve yeni kararlar almak için sözleşmeye taraf ülkeler yıllık olarak Taraflar Konferansı (COP) adı verilen toplantılarda bir araya gelmektedir. Bunlardan üçüncüsünde, yani UNFCCC’nin 1997’deki Japonya’nın Kyoto şehrinde düzenlenen COP3 toplantısında çok önemli bir gelişme oldu. Ülkelerin deniz ve havacılık dışındaki neredeyse tüm ulusal emisyonlarını kapsayan Kyoto Protokolü imzalandı.
Buna göre artık tüm dünyada iklim değişikliğiyle mücadele çerçevesinde küresel bir hareket başlıyordu. Protokole göre ülkeler kendi sera gazı emisyonlarını hedeflenen değerlerle sınırlamakla kalmıyor aynı zamanda gelişmiş ülkelerin iklimle ilgili çalışmalar ve projeler için milyarlarca dolar ödemesi ve diğer ülkelere teknoloji tedarik etmesi gerektiği ilkesini yeniden yapılandırıyordu. BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin Kyoto Protokolü tarafları tarafından kurulan Uyum Fonu (Adaptation Fund), Kyoto Protokolü’ne taraf olan gelişmekte olan ülkelerde somut uyum projelerini ve programlarını finanse etmeyi hedefliyordu. Ayrıca, bir iklime uyum mekanizması oluşturarak sözleşmede belirtilen taahhütlere uygunluğun izlenmesi ve uygunsuzluklar için cezalar verilmesini planlıyordu.
Kyoto Protokolü, 11 Aralık 1997’de imzalanmasına rağmen sözleşmenin en az 55 devlet tarafından onaylanması gerekliliğinden ötürü yürürlüğe ancak 16 Şubat 2005’te girebilmiştir. 2012 yılının sonu itibariyle birinci, 2020 yılının sonu itibariyle ikinci taahhüt dönemi belirlenmiştir. Katar’ın Doha kentinde 8 Aralık 2012’de Kyoto Protokolü’nde değişiklik yapılmasını öngören “Doha Değişikliği” kabul edilmiş ve yeni hedefler 2013’te başlayıp 2020’ye kadar sürecek ikinci bir taahhüt dönemi için kabul edilmiştir. 28 Ekim 2020 itibariyle 147 taraf kabul belgelerini sunmuş, dolayısıyla Doha Değişikliğinin yürürlüğe girmesi için 144 kabul belgesi eşiğine ulaşılmıştır. Değişiklik 31 Aralık 2020’de yürürlüğe girmiştir.
Kyoto Protokolü’ne göre sera gazı emisyonları, karbondioksit (CO2) eşdeğeri olarak ifade edilmektedir. Protokol, CO2’nin dışında metan, azot oksit, hidroflorokarbonlar, perflorokarbonlar, ve kükürt heksaflorür gazlarını sera gazı olarak tanımlamaktadır. Bu bağlamda, ülkeler enerjide, üretimde, sanayide, ulaşımda, tarımda ve diğer beşeri alanlarının tamamında bu gazların salımını azaltmaya çalışmak zorundadır. Bunun için teknoloji altyapısının kurulması ve gerekli finansal desteğin sağlanması için ülkeler arasında iş birliğini tanımlayan birtakım piyasa araçları oluşturulmuştur.
Kyoto Protokolü sera gazı emisyonlarının azaltılması ve küresel iklim krizinin çözülerek ulusal ekonomilerin karbondan arındırılması vizyonu açısından çok önemlidir. Dahası, 2015’te imzalanan ve protokolün bir bakıma güncellenmesini, kapsamının genişletilmesini ve ülkelerin katılımının ve taahhütlerinin güçlendirilmesini sağlayan Paris İklim Anlaşması’nın önünü açmıştır. Ülkelerin ve kurumların çevresel sürdürülebilirlik farkındalıklarının artırılmasını ve BM’nin sürdürülebilir kalkınma hedeflerine yönelik politikalar oluşturmasını sağlamıştır. Fakat geldiğimiz noktada gerek politik sebepler, gerekse ülkeler arasında fikir ayrılıkları, ekonomik problemler ve zaman zaman düzgün işlemeyen bürokrasi yapısından ötürü protokol hedeflerinin önemli ölçüde gerisinde kalındığını kabul etmek zorundayız.
Özellikle ABD ve Çin gibi ülkelerin ve AB’nin Protokol çerçevesinde, küresel ekonomiden aldıkları pay ve sebep oldukları emisyon ölçüsünde efor sarfetmekten geri durmalarından ötürü Kyoto Protokolü hedeflerinin bugün itibariyle gerçekleştiğini söylemek gerçekten zor. Fakat gerçek şu ki küresel ısınma ve iklim değişikliği ile ilgili yapılan bilimsel araştırmalar iklim krizinin antropojenik sebeplerden kaynaklandığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu nedenle, protokolün “insan kaynaklı emisyonları” azaltma hedefinin küresel iklim değişikliğiyle mücadelede tek çözüm olduğu gerçeği devam etmektedir.