İş Hayatında Survivor Sendromu

Nam-ı diğer hayatta kalma sendromu.

Aslında çıkış noktası deprem, sel gibi doğal afetlerden ya da benzer travmatik olaylardan kurtulan insanlarda gözlemlenen sürekli kaygı, izolasyon, ilgisizlik gibi birçok semptomun gözlemlendiği bir durum olmasıymış.

Ama yurt dışında sonradan yönetim/örgütsel psikoloji çalışmalarında da kullanılmaya başlanan bir kavram olmuş kendisi. Türkiye’de henüz böyle bir şeyin olmamasının birçok sebebi olabilir ama ben çalışanlara verilen(?) değeri çok iyi gösterdiğine inanıyorum.

Ne demek istediğimi birazdan anlayacaksınız…

Survivor sendromu, şirketten (özellikle toplu) işten çıkarım yapıldığında geriye kalan çalışanların ruh halini yansıtan bir durum. Tabii herkeste olacak diye bir durum yok.

İşten çıkarılanların durumunu konuşalım önce derseniz eğer, orası başka konu ve kesinlikle kolay değil. Şu an sadece pek de düşünülmeyen bir kesimi anlatmaya çalışacağım.

Bu sene Madrid’de düzenlenen EAP (Employee Assistance Program) Konferansı’nda konuşmacılardan biri bu konu hakkında çalışmasını anlattı. Sunumunda İtalya’da yaşanan ekonomik kriz sonrası işten çıkarılmalar yaşandıktan sonra işte kalanlarla beraber bir anket çalışması yaptıklarını anlattı. Sonuç olarak kısaca işte kalanların düşünülenin aksine çok da mutlu ve verimli olmadığını gözlemlemişler. Aslında onlar da oldukça fazla ve yoğun negatif deneyimler yaşıyorlar. Suçluluk, öfke, endişe, kaygı, depresyon… Kendilerini daha değersiz hissetmeye başlıyorlar şirket içinde; benim burada bir değerim, katkım yok. Herhangi bir kriz gene yaşanırsa bu sefer de ben atılabilirim düşüncesi ağır basıyor. Sosyal hayatları da etkileniyor bu insanların, çünkü çoğu kişi işten atılmışken onlarla dışarı çıkamıyorlar. Çıksalar da işte yaşadıkları sorunları, stresi anlatmaya çekiniyorlar, geleceğe dair planlarını onlarla paylaşmaktan çekiniyorlar, gece 11’e kadar çalışmanın güzel olmadığını söyleyemiyorlar. Tüm bu yaşanılanların sonucunda performans, verimlilikte azalma, devamsızlıkta artış gözlemleniyor. İş tatmini kalmıyor bile belki de. Güvende hissetmiyorlar kendilerini. Mutlulukları kısıtlanıyor en basit haliyle…

Peki bu yaşanılanların şiddeti neye göre değişiyor?

  • seçim sürecinin adaletsiz olması/algılanması: eğer işten çıkarılan çalışanların seçilme sebepleri belirsiz ise, ve daha da esrarengiz kılmak adına hiç bir açıklama yapılmıyorsa bu konuyla ilgili, herhangi bir kriter yoksa tabii ki de şiddet çok daha fazla oluyor.
  • işten çıkarılanlara olan tutum: işten çıkarılan çalışanlar yaka paça mı çıkarılıyor, yoksa işin ciddiyeti ve hassasiyeti korunarak güvenli bir ortamda sakin bir konuşmayla mı yapılıyor? Çalışanlar sanki uzun süredir o şirket için çalışmış, beraber sohbetleri olmuş insanlar oldukları unutularak mı çıkarılıyor yoksa saygısızlıkla mı?
  • şirket içi iletişim: bir de bu durumu paylaşmak var tabii ki. Geriye kalanlara zamanında ve tatmin edici bir açıklama yapılıyor mu yoksa sanki bir şey olmamış gibi hayatlarına ertesi gün kaldığı yerden devam mı ediliyor?

gibi gibi…

Neler yapılmalı?

Bu kısma hiç girmeyeceğim aslında. Zaten yukarıdaki maddelerle az biraz anlaşılıyor – ki aslında bunları düşünmemek insanlık adına büyük ayıp bence. Başka küçük ayrıntılar da var tabii işten çıkarım olduğunda geriye kalanlarla yollara nasıl devam edilmesiyle alakalı, ama şimdilik burada kesiyorum.

Sevgiler.

Not: Her zaman açılacak yeni bir kapı vardır… 

Kaynak: Sibel Karamaraş